
Dinin Kökenleri (TheOrigins of Religion)
Sigmund Freud,
(Tercüme: Selçuk Budak)
Öteki Yayınları 1995
Freud, hakkında çok söz söylemeye gerek yok. Çünkü o, ülkemizde yeterince tanınıyor ve biliniyor. Lakin onun 1856 yılında Viyana’da doğduğunu ve hayatının neredeyse tamamını (Paris’te bulunduğu süreyi saymaz isek) orada geçirdiğini ve bir Yahudi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Freud, klasik Yahudi inanç ve düşüncelerini reddettiği için “Sende Yahudilikten ne kalmış ki” diyenlere “Çok şey, belki de özü” diye cevap veriyor ve bu özden asla vazgeçmeyeceğini söylüyor. Freud, “Bilimin bir gün bu öze ulaşacağına inancının tam olduğunu” da dile getiriyor.
Kitabın birkaç kitapçıktan oluştuğunu söyleyebiliriz. Ancak ben, kitabın ilk kısmı olan “totem ve tabu” kitapçığı üzerinden düşüncelerimi ve tenkitlerimi dile getireceğim. Meseleye geçmeden önce totemin sevilen veya kıymet verilen şeyi, totemin ise ister korkulan istese değerli olanın dokunulmaz kılınan nesneyi ifade ettiğini belirteyim.
Freud, dini, daha doğrusu dini ritüelleri (ibadetleri) takıntılı insanların tekrar tekrar yaptıklarıyla benzeştirerek tezini oluşturmaya çalışıyor. Ama O, bu benzerliğin sadece şekli bir benzerlik olabileceğini de ifade ediyor. Freud, takıntılı insanların herhangi bir meseleyi takıntı haline gelmeleri ile ilgili olarak bize pekçok misal göstermektedir. Lakin ben onlardan sadece temizlik takıntısı olanların kirlenmişlik duygusu ile ilişkilendirilmesini belirterek konuyu uzatmayacağım.
Freud, kitap boyunca dinin menşeini totem ve tabu üzerinden hareket ederek temellendirmek için uzun bir uğraşa girişmiş bulunuyor. Ona göre, takıntılı insanlar da herhangi bir durumu önce totemleştiriyorlar sonra da onu tabulaştırarak dokunulmaz
kılıyorlar. Onun pek sevdiği cinsellik üzerinden misal verecek olursak, ana baba için pek kıymetli olan kız çocukları önce masumiyet üzerinden totem haline getiriliyor, sonra da bekareti tabulaştırarak kızlarını dokunulmaz kılıyorlar. Ona göre, ilkel kabilelerde, kabile için değerli olan herhangi bir şey, tıpkı bu misaldeki gibi önce totem haline geliyor daha sonra ise dokunulmazlığa evirilerek tabulaştırılıyor.
Freud kendinden önceki araştırmacıların bulgularından hareket ederek ilkel kabileler arasında ortaya çıkan totemleştirme ve tabulaştırmanın, ilk önce aile içi cinsellik yasağı olarak ortaya çıktığını söylüyor. Ona göre ilkel kabilelerde ortaya çıkan “aile içi cinsellik tabusu” daha sonra evlilik dışı cinsellik ve kabile içi evlilikleri de kapsayacak şekilde genişlemiş ve dinler tarafından da sürdürülmüştür. Lâkin Freud, neden ilk önce bu yasağın ortaya çıktığına ilişkin herhangi bir düşünce serdetmiyor. Ama benim ilk aklıma gelen soru şudur: İyi de ilk tabu, neden başka bir hususta değil de cinsellik üzerinedir?
Freud, dinin insanlar tarafından totem sonrası dönemde icat edildiğine dair görüşünü desteklemek üzere bir argüman olarak ilkel kabilelerdeki ilk totem ve tabunun cinsellik üzerine oluşunu kullanmaktadır. Halbuki onun bu argümanı, söylediğinin tam tersini göstermektedir. En ilkel kabilelerde bile “zina tabusu”, “ensest tabusu” ve hatta “kabile içi evlilik tabusu”nun varlığı dinin sonradan uydurulduğunu değil, bilakis insan ile birlikte var olduğunu gösterir. Çünkü bahse konu bu husus, bütün dinlerce kötü görülmektedir.
Freud, evrimci ve ilerlemeci tarih anlayışına sahip biri olduğu için tabuların daha sonraki dönemlerde daha sistemli hale gelerek dinleri oluşturduğunu söylemektedir. Halbuki maddi alemde çoğu zaman bir ilerlemenin değil bozulmanın olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela bir binayı düşünün, bu bina yapıldıktan sonra zamanla deforme olur, yıpranır ve nihayet yıkılır. Hatta topraklaşarak yok olur. Din de böyledir. İslam düşüncesine göre tevhid, (tek tanrılı din) putperslikten değil, bilakis putperestlik tevhidi dinin bozulmasıyla ortaya çıkmıştır. Din bahsinde ilerlemenin değil bozulmanın cari olduğunu bu günkü Yahudilik, Hıristiyanlık hatta Müslümanlığa baktığımızda kolayca görürüz. Kısaca söyleyecek olursak ne Yahudilik Musa aleyhisselamın Yahudiliği ne Hıristiyanlık İsa aleyhisselamın Hıristiyanlığı ve ne de İslam Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği İslamiyet’tir. Demek ki mevzu din olunca ilerleme değil, gerileme ya da bozulma caridir.
Freud’un misal verdiği hususlardan biri de ilkel kabilelerdeki kabile reislerinin durumudur. Ona göre ilkel kabilelerde kabile üyeleri için tabu sayısı (yani yasak sayısı) beş ise reislere için yirmi beştir. Kabile reisleri toplumun lideri oldukları için her bakımdan daha dikkatli olmak zorundadırlar. Ayrıca kabile reisleri kabilenin hizmetçisi olarak görülürlerdi. Kabileyi iyi yönetemeyen reisler görevlerinden azledilip sürgün edilir hatta öldürülürlerdi. Bu durumda kimse kabile reisi olmak için çaba göstermez, bilakis bu görevden kaçarlardı. Modern dünyada ise devlet başkanları görevde bulundukları sürece ayrıcalıklı hale geliyor hatta dokunulmaz oluyorlar. İkisini kıyasladığımızda “İlkel kabile” diye küçümsediklerimiz bugünkü toplumlardan daha medeni gözüküyorlar. Dikkat ederseniz burada tekâmül değil bir tefasüd (fesad-bozulma) var.
Ezcümle, Freud’un dinin insan eliyle inşa edildiğine dair kullandığı iki argümanı da lehine değil aleyhinedir.